28 Nisan 2008 Pazartesi
Karamsarlık
Bazen insanlıkla ilgili karamsarlığa kapılıyorum. İnsan türünün pek zararlı olduğu fikri yayılıyor içimde. Canım sıkılıyor, öfkeleniyorum. Hafta sonu bir belgeselde yandaki resmi gösterdiler. Bu bir köle ticareti gemisinin taşıma planı. Evet dikkatli bakın...Yanyana dizilmiş "şey" ler insan. Kanlı canlı, kadın, erkek ve çocuk insanlar.
Yaşadıkları yerlerden koparılarak gemilere doldurulan ve böylece "istif" edilen yüzlerce siyah "insan" işte bu şekilde aylarca yolculuk ediyorlardı. Yolculuklar iki üç ay sürüyordu ve bu "insan" lar aylarca kendi pisliklerinin içinde yatmaya zorlanıyordu. Kayıtlara göre en uzun köle ticareti yolculuklarından biri Louis Mornant'a ait Sainte-Anne of Nantes gemisiyle 1727'de yapılmış. Yukarıdaki resimdeki gibi sıkıştırılan erkek, kadın ve çocuklar tam 9 ay boyunca köle olarak satılmak için taşınmışlar. Yolculuk boyunca 55 siyah insan şartlara dayanamayarak ölmüş. Muhtemelen onları da denize atmışlardır, yine muhtemelen annelerinin, çocuklarının, kardeşlerinin gözü önünde...
18. yüzyıl boyunca 6 milyon siyah insanın köle olarak Afrika'dan çıkarıldığı sanılıyor. 6 milyon...6 milyon...
İşte bazen insanlık hakkında umutsuzluğa kapılmak için çok fazla neden olduğunu düşünüyor insan...
Yağmur başladı Ankara'da, keşke yağmur temizlese dünyanın tüm kirini, pasını...
Olcay PINAR
25 Nisan 2008 Cuma
Çık aradan, çık
22 Nisan 2008 Salı
TRT-i nur...
Peki şimdi TRT ne anlatıyor size? Geçen gün kanallar arasında gezinirken ne zaman TRT'ye gelse sıra içimi bir rahatsızlığın kapladığını farkettim ve uzunca bir süredir görmemezlikten gelmeye çalıştığımı, TRT'deki değişimi. Belki çoğu insan aynı şekilde hissediyordur kim bilir? Artık TRT başka bir şey. Ne zaman eski TRT spikerlerini haber okurken görsem, tutsak düşmüş de acı çekiyorlarmış gibi geliyor.
TRT, bu ülkede bazılarına göre aydınlanmacılığı temsil etmekte. Ben bu görüşe katılmıyorum çünkü Cumhuriyetin çok uzun yıllarından beri devlet nasıl aydınlanmacı olmadıysa TRT de aydınlanmacı olmadı. Ama şimdiki durumu ister "Kör ölür badem gözlü olur" diyerek ele alın ister "Gelen gideni aratır" diye, her iki bakışla da durum hiç açıcı değil. Görmezden gelseniz de gelmeseniz de... Geçen gün e-posta kutuma düşen bir maili paylaşmak istiyorum. Haber-Sen'den yollanmış. Devlet kaynaklarıyla muazzam olanaklara sahip olan TRT'nin içinde bulunduğu durumu acı bir biçimde açıklıyor mail. Haber-Sen TRT'de yeni dönemle yayına başlayan programlara ilişkin bir liste yayınlamış. Liste şöyle:
Gündeme Dair: TRT-1'de pazartesi günleri saat 13.30'da yayımlanıyor. Programda,
Gazeteci Emre Aköz ve AKP'li Özlem Türköne'nin esi Mümtazer Türköne haftanın olaylarını yorumluyor. Zaman Gazetesinde yazıları yayınlanan Mümtazer Türköne, 25–27 Ekim 2007 tarihlerinde London Scholl of Economics de düzenlenen “Değişen İslam Dünyası ve Gülen Hareketinin Katkıları” isimli konferansın editoryal kurulunda yer alan isimlerden biriydi.
Enine Boyuna: TRT-1'de Cuma günleri 23.05'te yayımlanan programı Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Yöneticisi Dr. İbrahim Kalın sunuyor. Kalın ayni zamanda Zaman ve Today's Zaman Gazetelerinde yazıyor.
Sen-Siz Olmaz/ Olur mu? : Çarşamba günleri 21.55'te TRT 1'de canlı olarak ekrana gelen programda Dr. Önder Aytaç, konuklarla sohbet ediyor. Taraf Gazetesi köşe yazarlarından Dr. Önder Aytaç, Polis Akademisi'nden 4 öğretim üyesi ile birlikte TESEV için hazırladığı Türkiye Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim adlı raporla tepki çekmişti.
Ezberbozan: TRT 1'de salı günleri saat 22.55'te yayımlanıyor. Daha önce Zaman ve şimdi de Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazan Tamer Korkmaz programda güncel konulara ilişkin soruları yanıtlıyor.
Felsefe Konuşmaları: Programda Prof. Dr. Teoman Duralı belirlenen bir konu üzerinde konuşuyor. Teoman Duralı’nın yazıları Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde yayımlanıyor.
Rengâhenk: İlker Gültekin tarafından sunulan program TRT-2'de Hafta içi her gün saat 20.30'da yayımlanıyor. İlker Gültekin cemaat tarafından yakından tanınan bir isim. Gültekin, Fethullah Gülen’in yazdığı metinleri seslendiriyor. İlker Gültekin tarafından seslendirilen metinler Fethullah Gülen adına açılan internet sayfalarında yayınlanıyor.
Şenlik Var: TRT-1’de Pazar günleri yayınlanan program daha önce Samanyolu TV'de Maceracı adlı programı hazırlayan Murat Yeni tarafından sunuluyor.
Bedirhan Gökçe ile Gecenin Kıyısında: Çarşamba günleri TRT 1'de yayımlanan programı, daha önce Kanal 7'de program yapan Bedirhan Gökçe sunuyor. Gökçe, Fethullah Gülen’in şiirlerini de seslendiriyor.
Düşünce İklimi: TRT-2’de Perşembe günleri yayınlanan programda çeşitli kavramlar dini açıdan ele alınıyor. Programın sunuculuğunu ve danışmanlığını Abant Platformu’nun koordinatörlerinden Prof. Dr. Kenan Gürsoy yapıyor. Abant Palatformu Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenleniyor.
Haber-Sen'in maili şöyle devam ediyor:
SABAH HABERLERİNE NE OLDU?
İbrahim Şahin’in Genel Müdür olmasından sonra programda okunan gazetelerin sıralaması değişti. Daha önce gazeteler gündeme ilişkin haberlere göre sıralanırken şimdi her gün Zaman gazetesi birinci sırada okunuyor. Programda okunan gazeteler arasına Milli Gazete ve Vakit katılırken Radikal gazetesi artık okunmuyor.
habersen-ankara.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=58&Itemid=1
adresinden ulaşabilirsiniz. Tabii, "Ben zaten televizyon izlemiyorum ki, izlediğim bir 'Var mısın Yok musun' bir de 'Yaprak Dökümü' onlar da başka kanalda diyorsanız" o başka, takmayın kafanıza. Demiyorsunuz değil mi? Diyenleri de düşündüm aşağıya necefli maşrapa koydum...Olcay PINAR...
* TRT'de yayınlanan tadına doyulmaz çizgi filmler.
21 Nisan 2008 Pazartesi
Günün notları
20 Nisan 2008 Pazar
Alkışın namusu
18 Nisan 2008 Cuma
Dilara'yı hatırlayan var mı?
17 Nisan 2008 Perşembe
Cehaletin şivesi
Bilmediğini biliyormuş gibi gerinerek ve gevrek bir biçimde anlatmak, şivenin ayırdeden en önemli özelliğidir.
Kendi içinde de ayrımlar taşır cehaletin şivesi. Mesela sokak cehaletinin şivesinde cümle başlarına ve sonlarına, gevrekçe uzatılmış birer "yaaav" eklenir genelde. Sokak cahili, uzun yıllar geride kalmanın şimdiyse topluma hakim olmanın gücüyle genellikle bağırarak konuşur, özellikle şivenin bazı erkek kullanıcıları, bir yandan gevrek ve yaydıkları konuşmalarını sürdürürken bir yandan hemcins arkadaşlarına el şakaları yaparak yerli yersiz güler ve arada bir etrafını süzerek bu davranışlarının çevredekilerce görüldüğünden emin olmak isterler. Bu şivenin en yaygın öğretildiği yer devletin liseleridir. Bakınız:
Cehaletin şivesinin bir başka görünümü ise ısrarla kendini kanıtlamak ister. Genellikle toplumun üst ekonomik sınıflarında yer alan ya da üst ekonomik sınıflarına çıkma çabasındaki kişilerde rastlanan bu şivede, ingilizce bilse de bilmese de kişi, amerikan aksanıyla konuşmaya gayret eder. Kelime sonları yayılır, fırsat bulundukça, ingilizce bir iki kelime araya serpiştirilir. Bu iş biraz zorlama yapıldığı için ne yazık ki genellikle bir türlü kelime doğru yere isabet ettirilemez ama şivenin özelliklerinden biri de budur zaten. Sosyetik ve entel cehalet şivelerinde kişi sürekli konuşarak şivesini ne kadar güzel kullandığını göstermeye çalışır, konuşurken de boş bakışlarını karşısındakinin gözlerine diker. Cümlelerin sonunda da karşısındakinden onay bekler şekilde ağzını beş altı saniye açık tutarak boş boş bakar işte böyle:
Yukarıda sayılan kategorideki cehalet şivesini daha iyi anlamak için birkaç örnek daha vermek istiyorum. Nitekim bu şive, içlerinde en eğlenceli ve aynı zamanda en nefretlik olandır:
Ve işte en sonuncu kategori, ve en tehlikeli şive kullanıcıları. Bunların, konuşmalarında şive çok zor farkedilir. Fark edebilmek için çok iyi bir gözlemci olmak gerekir. Düzgün ve kesintisiz cümleler kuran bu kesim, kendinden oldukça emindir. Bu eminliğin en büyük dayanağı ise dinleyenlerin nasıl olsa alkışlayacağına ve kendisiyle aynı cehalet düzeyinde olduğuna duyulan büyük inançtır. Gerçi çoğunlukla bu çok da yerinde bir inançtır ya neyse. Aşağıdaki video, bu şivenin çok değerli bir kullanıcısına aittir ve kendisi halkla bütünleşmelerinde şiveye çok ciddi katkılarda bulunmuştur:
Faydalı olmuş olması dileğiyle.... Copyright © Olcay PINAR
15 Nisan 2008 Salı
Katilin güzeli birinci çirkini üçüncü sayfaya yaraşır
Çürüme
ZENGİNLİĞE TAPINMAK
Yazar'ın notu: Belki de oldukça genelleştirilerek yazılmış bu yazı kişisel bir öfke ya da kızgınlık nöbetinden değil, giderek hakim duruma gelen "kast" siteminin, hem kamu hem de özel sektörde liyakat ve niteliklilik beklentisinin yerini sınıfsal kimi ayrımlara ve paraya dayalı çıkar ilişkilerine bırakmasının yarattığı yozlaşmanın verdiği bir endişeden kaynaklanmıştır. Kendini bu düzenin içinde görmeyenlere ne mutlu....
Lidyalılar, ilk lanetliyi ellerine aldıklarında insanlığın birgün bu zararsız nesne tarafından yok edileceğini bilmiyorlardı büyük ihtimalle. Paranın, hükümdarlığının sonsuzluğunu ve yenilmezliğini yine Lidyalıların anavatanında ilan etmesi ne ilginç. 1960'lı yılların paradan daha değerli idealler üzerine bir yaşam kurulabileceği düşüncesi o kadar büyük sıkıntı uyandırmış olmalı ki, yeryüzünden kazınması zorunlu hale geldi. İşte şimdi, her ne kadar bu toplumun neredeyse tamamının aynı dini paylaştığı iddia edilse de, gerçekte yeni bir din doğuyor bu topraklarda. İnsanların içine yavaşça yerleşen onları teslim alan, bütün görgü, insanlık, namus, sadakat, erdem kurallarını altüst eden bu dinin takipçileri tek bir şeye tapınmaktalar: Zenginliğe...
Bu dinin, en içten takipçilerinin zenginler olduğunu sanmamak gerek. Aksine zenginliğe sahip olmayanların dini bu. Zaten insanlar sahip olmadıkları şeyler yüzünden bir şeylere inanmak istemezler mi?
Ve şimdi o denli güç kazandı ki zenginliğe tapınanlar, her yanınızdalar. Belediye otobüsünde sıkış tıkışken, yanlarından geçen 4x4'e beyinleri sulanarak bakarken ibadetlerini yapıyorlar ya da karşılarındakinin elbisesinin markasını tahmin etmeye çalışırken ya da mesela sadece zengin olduğu için bir insana iştahlı ve sevecen gözlerle bakarken. Belki de ibadet şartları bu kadar kolay olduğu için yayılıyordur bu din.
Laiklikten mi bahsediyordunuz? Hangi laiklikten? Bu ülkede tek bir devlet dini vardır artık o da zenginliğe tapınmak. Bir sorun kendinize, bugün kamu hizmetlerinde ya da özel sektörde seçkin bir göreve gelmenin şartı nedir? Tek bir şartı var bunun: Zenginlik. Dolaylı ya da dolaysız; zenginlik. Eğer zengin bir ailenin vasat zekaya sahip çocuğuysanız hiç yoktan ortalama bir memuriyet kaparsınız, diğer şartları yani yeri geldiğinde mesela bazen "selam" yeri geldiğinde ise "selamün aleyküm" demeyi de beceriyorsanız, değmeyin keyfinize. Bu zenginliğin dolaysız hali işte; ama eğer ailenizin zenginliğini verimli bir şekilde kullanabilecek kadar vasat üstü bir zekaya sahipseniz, o zaman kazandıklarınızın tek mimarının kendiniz olduğuna çevrenizdekileri olduğu kadar kendinizi bile inandırabilirsiniz. Mesela ilköğretiminizi en hasından özel bir kolejde yapmayı deneyin, ya da dershane hesabına yatan paraların sizi sağlam bir Anadolu ya da fen lisesine atmasına izin verin. Sonra? Sonrası kolay, vasatın üstündeki zekanız size iyi bir üniversiteyi kazanmanızda yardımcı olacaktır. Ama iyi bir yabancı dil ve iyi bir üniversite diplomasının sizi sefillerden ayıracağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz çünkü ortalamanın epey üstünde zekaya sahip emeğiyle geçinen bir ailenin çocuğu da sizin üç katınız çalışmayla bu şartlara erişebilir. O halde sefiller klasmanından kurtulmanın yollarını aramalısınız, çok aramanıza gerek yok elbette. Babanızın banka hesabına kadar bakın yeter. Bir uçak bileti, seçkin Avrupa ya da Amerika üniversitelerinde bir süre eğitimle bu iş tamam.
Artık sefillerle aynı yerlerde çalışmak, aynı maaşı almak, hatta onlarla aynı sokaktan geçmek bile gereksiz, hoş zaten üniversitenin ilk yılından beri araba kullandığınız için muhtemelen zaten bu saydıklarımı yapmıyordunuz. Siz kendi üzerinize düşeni yaptınız artık bulup buluşturarak ya da bursla sizinle aynı eğitimi görmeyi başarmış az sayıdaki cüretkar sefil kökenli vatandaşla aranızı açma işi babanıza kalmış. Elbet babanızın cüzdan ağırlığı, tandığı birkaç iyi "dost" terazide dengeyi, olması gereken tarafa yani size sabitleyecektir. Ne diyelim: Hayırlı olsun.
Copyright © Olcay PINAR