8 Ocak 2012 Pazar

pazar sabahı...

İstanbul yağmurlu... Pazar rehaveti sarmışken ruhumu, uzandığım yerden gökyüzünden onca yolu aşarak benim camıma kavuşmayı seçen yağmur damlalarını izliyorum. Karşı apartmandaki, çamaşırları toplamayı unutmuş. İstanbul'a geldiğimden beri kim bilir kaçıncı kez "Bu haftasonu kar gelecekmiş" cümlesiyle kapattığım haftanın sonunda yine kar falan gelmedi. Oysa Ankara'da kar gelecekse hiç sektirmez, geliverir. 

Geçen hafta Eminönü'nde Feriköy otobüsüne gelinlikle binen birini gördüm. İşte o an kesin kararımı verdim: Seviyorum İstanbul'u... Kalbimi hızlandırıyor bu şehir..  Her sabah otobüsle işe gelirken Haliç'in üstünde tek sıra halinde uçan binlerce kuş görme ihtimalini, Balat'tan geçerken apartman camına yapıştırılmış "Evime Dokunma" yazısını, gizemli metruk apartmanları, güneşli günlerde sevilen biriyle buluşmak için vapurla karşı kıyıya geçmeyi, asansörde birinin çalan cep telefonunda "Enternasyonal" duymanın mümkün oluşunu,  markette insanların sohbet edebiliyor olmasını ve daha bir sürü şeyi seviyorum bu şehirde..

Bu sabah kendimi mutlu hissediyorum... "Mutluyum"... Bu kelimeyi her söylediğimde hayatın gözümüzü nasıl da korkuttuğunu görüp şaşırıyorum. İçten içe bu kadar kolay olmaması gerektiğine, bu iç huzurunun gelecek bir felakete haberci olabileceğine dair boş inançların nasıl içimize işlediğini görüp şaşırıyorum. Hayat, tebaasına sıkça kötü davranan hoyrat bir efendi gibi...Şefkati şüphe, endişe ve tetikte olma isteği uyandırıyor.. Yine de bütün bu karmaşık duygular, bunun güzel bir pazar sabahı olduğu gerçeğini değiştirmiyor neyse ki...