7 Eylül 2012 Cuma

Kaybedilen Kadınların İzinde...

İki hafta önce Elif Şafak'ın suratına yapıştırdığı sahte iç bayıltıcı gülümsemesi, özenle tasarlanmış kötü bir Virginia Woolf taklidi olan saçları ve duruşuyla çektirdiği fotoğraflardan birini idefix'in ana sayfasında görünce içimi yine o bildik rahatsızlık duygusu doldurdu. Nereden bilebilirdim ki bu iç bunaltıcı popüler kültür simgesinin beni kaybedilmiş kadınlar dünyasına dair bir yazı yazmaya sürükleyen bir yola soktuğunu..



Elif Şafak'ın gül yüzünü(!) görünce aklıma birkaç yıl önce okuduğum "1980 Öncesi ve Sonrası Kadın Yazınının Karşılaştırmalı Bir İncelemesi" isimli makale geldi. Mediha Göbenli tarafından kaleme alınan makale okuduğumda epeyce dikkatimi çekmişti. Makaleye tekrar göz atma niyetiyle baktığımda bu kez daha önceki okumamda nedense pek de üzerinde durmadığım bir ayrıntı dikkatimi çekti. Makalenin ikinci paragrafında şöyle deniyordu:


"Yeni Türk kadın yazınının tarihine baktığımızda, 1950'den önce Halide Edip, Suat Derviş gibi birkaç yazarın dışında kadın yazarların azlığı dikkat çeker. Bunun nedenlerini araştırmak bu yazının kapsamı dışında kalmakla birlikte, unutulmuş/ unutturulmuş ve 1990'larda tekrar keşfedilen bir yazarı anmak istiyorum: Suat Derviş (1905-1972), Türkiye'de "toplumcu" olarak adlandırılan edebiyatın kurucularından sayılır. Ne var ki Suat Derviş'in eser­leri ve yaşamı hakkında ayrıntılı bir incelemeye -edebiyat dergilerinde yayımlanan birkaç makale dışın­da- hâlâ sahip değiliz.  Bunlar arasında Sennur Sezer, Suat Derviş'i halkı için yazan bir öncü olarak görür ve Der­viş'in Gorki'yi anımsattığını ve anlatımıyla Orhan Kemal'i etkilediği tespitinde bulunur.Suat Derviş, Cumhuriyet tarihinde ilk ka­dın gazeteci -Son Posta, Vatan, Cumhuriyetgibi tanımış gaze­telerde yazmıştır- olarak da anılır. Eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikteNazım Hikmet, Abidin Dino, Orhan Kemal, Hasan İzettin Dinamo'nun da yer aldığı Yeni Edebiyat dergisini çıkartır."

Unutturulmuş bir yazar olarak niteleniyordu Suat Derviş, asıl adıyla Hatice Saadet Baraner. Hemen adını internette aramaya başladım ve şaşırarak gördüm ki Cumhuriyet tarihinin en önemli kadın yazarlarından olan bu kadına ait birkaç paragrafı aşan bilgiye rastlamak mümkün değil. Liz Behmoras tarafından yazılmış  "Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi" kitabı dışında görünürde pek kaynak yok. Peki nasıl oluyor da Avrupa'ya giden ilk kadın muhabirimiz olan, Montrö ve Lozan Konferanslarını gazeteci olarak izleyen,  İkdam gazetesinde kadın sayfası düzenleyerek bir ilke imza atan, 15 yaşında ilk kitabını ve Fransa'da yayınlanan ilk Türk romanı olan "Ankara Mahpusu"nu yazan, Hatta bu romanı Fransa'da büyük yankı uyandıran, Türkiye'deki feminist hareketin öncüsü, Devrimci Kadınlar Birliğinin kurucusu, ilk basın sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı olan Suat Derviş'in yazdığı onlarca kitabın hiçbirinin baskısı bulunmaz bu ülkede?? (***)

Suat Derviş hakkında bir şeyler öğrenmeye çabalayıp dururken orada burada karşıma çıkan esrarlı bir kelime vardı: "unutturulmuş"... Gerçekten de Fosforlu Cevriye gibi defalarca tiyatro sahnesinde, sinema perdesinde vücut bulmuş bir karakterin yaratıcısı olan Suat Derviş'in birkaç kitabını bulmak için sahaflarda saatlerce dolaşıp durmak ve sonunda ancak iki kitabına ulaşabilmek garip değil mi sizce de?

Suat Derviş'in çocukluk arkadaşı olan Nazım Hikmet'in onun için yazdığı yazdığı şiirde dediği gibi bir türlü başını eğmeyen, tutuklanan, baskı gören bir kadın ve devrimci olduğundan mıdır Suat Derviş'in unutulması, unutturulması? TKP Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner'le evlenen ,yaşamının sonuna kadar aşkla eşine bağlı olan ama aktarılana göre katıldığı bir söyleşide "Reşat Fuat Baraner'in eşi" olarak tanıtıldığında sert bir şekilde tepki gösterecek ve  "Ben,yazar Suat derviş'im! kimsenin karısı olarak yâd edilemem!" diyecek kadar kişilikli  bir kadındır Suat Derviş. Yaşadığı dönemde büyük saygı gören, Yeni Edebiyat Dergisi'ni çıkararak dönemine büyük etki  eden, sözü ve kendi sayılır bir kadın Suat Derviş. Peki neden şimdilerde yüzünü aydınlığa dönmüş dostlarıma bile tanıdık gelmiyor Suat Derviş ismi? Nerede Suat derviş'in yazdığı onca kitap? Kitapçıların raflarında sahte gülüşlü, pazarlamacı kılıklı yazarlardan yer kalmamış olmalı Suat Derviş'e. 

En nihayetinde Fosforlu Cevriye'yi buldum Taksim'deki sahaflar çarşısından. Bir günde, heyecanla coşkuyla okudum. Sokağın kadınlara yasaklandığı, kadın yazarların çoğunlukla iç çalkantılarını anlatmaya hapsedildiği bir ülkede hatta bir dünyada, Fosforlu Cevriye gibi güçlü bir kadın karakteri yaratan, kaybedenlerin, kaybetmiş olduğunu anlayamayacak kadar kaybetmiş olanların dünyasını bu kadar yalın, bu kadar etkileyici ve derin biçimde anlatan Suat Derviş'in önünde saygıyla eğildim son satırı bitirdiğimde. 

Yazının başlığı, Kaybedilen Kadınların İzinde... Gelecek yazıda Oktavio Paz'ın Meksika insanını anlattığı Yalnızlık Dolambacı kitabını okurken keşfettiğim bir başka unutturulan kadından,  1651-1695 yılları arasında yaşayan ve Meksika aydınlanma felsefesinin en önemli öncülerinden, bilimsel bilgiyi ve kadınların eğitimini kendini tehlikeye atmak pahasına savunan Juana Ines De La Cruz'dan diğer adıyla Rahibe Juana'dan, bahsetmeyi planlıyorum...

Unutmadan Nazım'ın kimilerine göre platonik olarak aşık olduğu Suat Derviş'e yazdığı şiiri de ekleyeyim merak edenler için:

Gölgesi 




Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;

Bir kere eğemedim bu kadının başını. 

Kaç kere sürükledi gururumu ölüme

Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.

Cevapları o kadar heyecansız ki onun
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde dolup, çarpmadı kalbi.
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal,
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor...

Dönüyoruz yine biz bir uzun gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben.
O bana kendisini gülerek, naklediyor
Bilseniz mavi boncuk nasıl yaraştı diyor.
Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım
Ben ki, bir çok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı;
Birden onun yüzüne haykırmak ihtiyacı
Alev, alev tutuştu yangın gibi,
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım dedim,
Yola mağrur uzanan gölgesini çiğnedim." (Nazım Hikmet)