17 Ocak 2009 Cumartesi

Yaşam Öyküsü

Şükran Yiğit'in "Ankara Mon Amour" isimli kitabını okuyorum. Bir süre önce fikirlerine çok değer verdiğim canım dostum Erhan Altınkaynak, tavsiye etmişti bu kitabı. Geçenlerde yine aklına güvendiğim yazarlardan Kemal Okuyan'ın da bu kitap üzerine yazdığını görünce alıp okuyayım dedim. Şimdilik zevkle okuduğumu söyleyeyim, ama bitirene kadar kesin hükmümü açıklamayacağım. Ancak Şükran Yiğit'in yetmişler ve seksenlere ilişkin yazdıkları beni kendi çocukluğum üzerinde düşünmeye yöneltti. Aklıma bir zamanlar yazdığım kısa yaşam öyküsü geldi. İki yıl süren gazetecilik yaşamımın başlamasına vesile olan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'na başvururken istemişlerdi bir yaşam öyküsü yazmamı. Tarih Kasım 2004 ve şöyle yazmışım:

YAŞAMIMA DAİR...


-Cumhuriyet Senatosu'nda 1980 Mali Yılı Bütçesi görüşülmeye başlandı. Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil, toplantıyı açış konuşmasında, anarşi ve enflasyonun ülkeyi etkisi altına aldığını belirterek, «Ülkeyi refaha kavuşturmak için Cumhuriyet Hükümetlerinin harcadığı çabalara,devlet ve milletçe, el ve gönül birliği içinde katılarak, bu güçlükleri geride bırakacağımıza şüphe yoktur» dedi.
Maliye Bakanı İsmet Sezgin, bütçe görüşmelerinde vergi tasarısına değinerek, «ABD, Ticari Bankalar ve IMF'den sağlanan kredilerin 364 milyon dolarlık kısmı, hesaplarımıza intikal etmiş bulunmaktadır» dedi.
-Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, Ortaklık Konseyi'nin Brüksel’de yapılacak toplantısına katılmak üzere, Belçika'ya gitti. Bakan, Yeşilköy’e hareketinden önce gazetecilere yaptığı açıklamada, «Türkiye'nin ekonomik ve siyasal çıkarını AET'ye tam üye olmasında görüyoruz» dedi.
-Türk - İş Eğitim Sekreteri Kaya Özdemir, Ankara'da basına yaptığı açıklamada, DİSK'in aldığı «Genel grev ve kitle eylemleri» kararını kesinlikle desteklemeyeceklerini bildirdi.
-İstanbul ve Adana'da meydana gelen olaylarda 3 kişi öldürüldü.Öte yandan yine İstanbul'da askerlerin «Dur» ihtarına uymayan bir Fransız turist vurularak öldürüldü.
-2 Şubat’ta Ankara’da çıkan ve Zekeriya Önge’nin ölümüyle sonuçlanan olaylar sırasında gözaltına alınan Erdal Eren isimli lise öğrencisi tutuklandı.



3 Şubat 1980’de doğdum ve doğduğum gün ajans, bu haberleri geçmiş. Kötü zamanlarda doğdum. Ben doğarken özgürlüğünü kaybeden lise öğrencisi ise sadece 46 gün süren bir yargılamanın ardından idama mahkum edildi ve yaşı mahkeme kararıyla büyütülerek öldürüldü. Türkiye’nin karanlık bir dönemine açtım gözlerimi ve doğumumdan yedi ay sonra gelecek darbeyle her şeyin daha karanlık olduğu bir döneme girecekti ülke.
Doğduğum yer olan Yozgat’ın Sarıkaya ilçesinin insanların yaşamak isteyecekleri yerler listesinde ilk sırada olduğu söylenemezdi. Annem ilçede avukatlık yapıyor babamla birlikte yerel bir gazete çıkarıyorlardı. Her ikisinin de herkesin sustuğu zamanlarda susamamalarından olacak başları beladan kurtulmadı. İlçede dualar okuyup üfleyerek şifa dağıtanları engellemeye çalışıp, gericileri karşılarına alınca sıkıyönetim mahkemesince yargılandılar, suç büyüktü: komünizm propagandası yapmak. Zor zamanlar... Ülkenin her köşesinde bazı evlerin odun yerine yakılan kitaplarla ısındığı zamanlar...
Ben büyüyordum ve ülke değişiyordu. Artık televizyon vardı evimizde ve gözlüklü, bıyıklı bir adam sık sık ekranda görünüyordu. Elindeki kalemle sürekli bizi dürten bu adam, kalkınmadan, yollardan, köprülerden zenginlikten bahsediyordu bir de KDV denen bir şeyden. Zenginleri sevdiğini söyleyen bu adamın bahsettiği kalkınma, yaşadığımız ilçeye hiç uğramıyordu ama KDV herkesin cüzdanına uğramıştı gerçekten. Her şey hızla değişiyordu. Zaman işini bilenlerin zamanıydı, bu zamanda yetişen benim kuşağım ise “seksen sonrası kuşağı” olarak hep acıma ve kaybedilmişlik hissiyle anılacaktı kendinden öncekiler tarafından.

Ortaokulu ilçede tamamladım. Anadolu Öğretmen Liseleri’ne giriş sınavını kazanınca il merkezindeki yatılı okula kaydoldum. On altı kişilik koğuşlarda kalan öğrenciler ve bütün ranzalarda aynı yöne yerleştirilmiş yastıklar...Yastıklar düzenli olmaktan değil ayaklar Kabe’ye dönük olarak yatılması günah sayıldığından yerleştirilmişti aynı yöne doğru. Lisenin ilk yılları geçmişti, ben Sartre, Camus, Dostoyevski, Nazım, Sabahattin Ali ve Kafka'yla, edebiyatla tanışmıştım ve gizlice okunan birkaç ilerici edebiyat, bilim dergisiyle.

Ben değişirken sınıf arkadaşlarım da değişiyordu. Son sınıfa geldiğimizde neredeyse bütün kız arkadaşlarım türban takmaya başlamış, erkek arkadaşlarımsa Ülkü Ocakları’na mı yoksa Aczimendiler’e mi katılacakları konusunda kararsızlık içine düşmüşlerdi. Kızlardan birinin bir konuşma sırasında önemli bir sır verircesine kısık sesle söylediği şu sözler aklımdan çıkmıyor hiç:”Biliyor musun peygamberimizin ruhu Fethullah Gülen efendimizin yurtlarını ziyaret ediyormuş”.

Yine de aynı zamanda hayatımın en güzel zamanlarıydı Yozgat’ta geçirdiğim günler. Okulun etrafındaki yeşil tepelerde okuyarak geçirilen zamanlar ve şehrin toz içinde olmasından kaynaklanan, hayatım boyunca belki de başka hiçbir yerde göremeyeceğim güzellikteki günbatımları...
Lise yılları bitti ve ben Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldum. Bir daha görmeyeceğimi umduğum lise idarecileri ise üniversitenin üçüncü yılında fakültenin kantininde aniden karşıma çıkıverdiler. Odasında “ya sev ya terk et” yazısı asılı müdür yardımcısını karşımda devletçe bize verilmesi gereken bursları ceplerine atmaları nedeniyle açılan soruşturmadan kurtulmak için bana bir ibraname imzalatmaya çalışırken daha doğrusu bunun için yalvarırken buldum. Anlaşılan onlar gerçekten de sevmişlerdi ülkelerini.

....................................................................


Yaşam öyküm, şu cümlelerle bitiyor:

"Avukatlık stajım Kasım ayı itibariyle sona ermiş olacak ve ben bugün hayatıma istediğim şekilde yön verme çabası içindeyken yaşamımın büyük bir bölümünde içimde taşıdığım herkes için daha güzel bir dünyanın yaratılabileceğine dair inancımı hiç kaybetmemeyi diliyorum." Kasım 2004

Hiç yorum yok: