25 Mart 2010 Perşembe

Thomas More ve Aklın Yolu

Thomas More... Ütopya'nın yazarı, fikirlerine ve ilkelerine canı pahasına bağlı kalan devlet adamı... Thomas More'un Ütopya isimli eserini okumadıysanız size tavsiyem bir an önce okumanız. Ben İş Bankası Yayınları'nın 2000 yılı basımını okudum, girişteki ayrıntılı Mina Urgan incelemesi, Vedat Günyol, Sabahattin Eyyüboğlu ve Mina Urgan çevirisiyle sizin için de iyi bir seçim olabilir.

1516 yılında yazılmış More'un Ütopya'sı. Özel hayatında koyu bir Katolik olan hatta VIII. Henry ile Katolik Kilisesi arasında kalınca başını kaybetmek pahasına Katolik Kilisesini seçen More'un Ütopya'sı bugün için bile devrimci fikirler içeren bir eser. Bu, kimilerine göre çelişkili; yani More'un özel yaşamındaki sofuluğu ile Ütopya'da tabuları bir bir kıran fikirleri, uzlaşamayacak biçimde farklı. Bense More'un hayatından ve yazdıklarından "Aklın yolu bir" sonucunu çıkardım. Ütopya'dan birkaç alıntı yapmadan edemeyeceğim, 1516'de More'un yazdıkları, sizlere bugün için de çok anlamlı gelecek eminim:

İngiltere'de en ufak hırsızlık suçunun bile idamla cezalandırıldığı dönemde More, insanların işsiz bırakılmasını suça itilmelerinin başlıca nedeni olarak görüyor ve insanlar için yeni işlikler kurulması gerektiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:

"....Yoksulluk yüzünden bugüne dek hırsızlık, serserilik ya da uşaklık eden, aşağı yukarı aynı kaderi paylaşan bir sürü insan oralara gidip yararlı bir çalışma yoluna girsin. Bütün bu anlattığım dertlere çare bulamazsanız, adaletinizle övünmeyin: İnsafsızca, budalaca yalan söylemiş olursunuz.
Milyonlarca çocuğu, bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. Erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları. Sizin yaptığınız nedir biliyor musunuz? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak."

Bir başka alıntı daha... Nedense bana bugün yapılan sözde demokratik Anayasa tartışmalarını hatırlattı bu paragraf:

"İşçiye gelince, nedir işçinin kaderi? Bugün için verimsiz, kısır bir işin altında ezilmektedir ve yarın için beklediği de yoksulluk, dilencilik içinde geçecek bir ihtiyarlıktır. Aldığı gündelik, günlük ihtiyaçlarını karşılamaya yetmez. Nasıl kazancından bir parçasını ayırsın da yaşlı günlerindeki geçimini sağlayabilsin?

Soylu geçinen kimselere, altınlar elmaslar içinde yaşayanlara, aylaklara ya da süsten geçinenlere, bu boş keyifleri körükleyip beslemekten başka işi olmayan bu insanlara bu kadar bol keseden varlık dağıtan bir toplum haksız ve nankör değil de nedir? O toplum ki kendini asıl yaşatan çiftçinin, kömürcünün, arabacının, marangozun, işçinin dertleriyle kaygılanmaz, hiçbirine acımaz. O toplum ki insafsız bencilliği içinde daha fazla iş, daha fazla çıkar sağlamak için emekçi insanların gençlik gücünü kıyasıya harcar; zavallılar yaşlandılar hastalandılar mı, ellerinde avuçlarında bir şey kalmadı mı, iş başında sabahladıkları günler, gördükleri önemli bunca iş unutulur, bütün bunlara karşı toplumdan gördükleri ödül açlıktan ölmektir.

Dahası var. Zenginler her gün yoksulların gündeliklerini kıstıkça kısarlar. Bunun için yalnız hilelere başvurmakla kalmaz, yasalar da çıkarırlar. Devletin en yararlı insanlarına karşı böyle davranmak apaçık bir adaletsizliktir diyeceksiniz ama, zenginler bu canavarlığı yasalar yoluyla bir adalet kılığına bürümüşlerdir.

İşte bu yüzden, bugünün gösterişli devletlerini gözden geçirince, bunlar içinde benim gördüğüm tek şey şudur aldanmıyorsam: Zenginler Cumhuriyet, halk egemenliği gibi parlak sözler altında yoksulların kuyusunu kazıyorlar. Türlü düzenler ve akla gelmedik yollarla bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyorlar.

İlk sağlamak istedikleri, kimi az kimi çok haksızlıkla elde edilmiş bir serveti dünya durdukça dokunulmaz bir mülk haline getirmek, ikincisi de yoksulların açlığından, bedenlerinden yararlanmak ve onları yok pahasına çalıştırmaktır."

Hiç yorum yok: