
Tabii bunları yazarken aklı başında feminist arkadaşlarımı ve edebiyata emek veren ve gerçekten keyif aldığı için Ursula'yı sevenleri bir kenara koyuyorum. Ne de olsa edebiyat, bir yanıyla çok kişisel bir zevk alanıdır. Ben de benim Ursula'yı gözdelerimin içine koyamamamın kişisel bir değer yargısına dayanması gibi, Ursula'yı gerçekten sevenlerin kişisel yargılarına saygı duyuyorum.
Şimdi neden Ursula Le Guin'i konu ettiğime gelince... Evet Ursula, bende Nabokov'un, Buzzati'nin, Shakespeare'in, Kafka'nın yarattığı heyecanı yaratmıyor ama vefa duygum kendisini ayrı bir yere koymama neden olacak kadar güçlü. Bazı dönemler vardır zaman zor geçer, mutluluğun mesaisini sizden çok başkalarına ayırdığı, mutluluktan kendi payınızı beklerken her akşam eve eliniz boş döndüğünüz zamanlar... Böyle zamanlarda yanınızdakilerin kıymeti daha da bir artar. Sadece dostlarınızdan bahsetmiyorum, bazen sizden yüzyıllar önce yaşamış biri ya da aynı atmosferi solusanız da asla yüz yüze gelmeyeceğiniz biri bile size mucizevi elini uzatabilir. İşte bu yüzden pek de mutlu başlamayan 2010'da aklımı, müthiş zenginlikteki hayal dünyasına götürerek yardım elini bana uzattığı için Ursula'ya minnettarlığımı hatırlayacağım hep.

Chihiro ve Ursula... İkisine de minnettar olacağım sanırım yılın geri kalanında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder