22 Aralık 2008 Pazartesi

La Zona


Haftasonu izlediğim filmlerden biri La Zona idi. 2007 Meksika yapımı bu filmden bahsetmek istiyorum çünkü bahsedilmeyi hakediyor.
----spoiler---- Film, Mexico City'de, gecekondu bölgelerinin ortasında zengin insanlar için kurulmuş son derece düzenli, "güvenli" ve mahkeme kararıyla özerk olduğundan polisin bile içeri giremediği özel bir yerleşim bölgesinde geçiyor. Etrafı yüksek duvarlar ve dikenli tellerle çevrili olan La Zona'da insanlar "cennet" hayatı yaşıyorlar. Sokaklarda gizli kameralar ve özel güvenlik elemanları güvenliği sağlıyor ve insanlar bu düzenli, temiz ve her şeyden önce güvenli yerleşim yerinde refah içinde yaşıyorlar. Ancak bir gece kopan fırtınanın dış duvarlardan birine devirdiği reklam panosu ve kesilen elektrikler, La Zona sakinlerinin ölesiye korktukları gecekondu insanlarına cennetin meyvelerinden birkaç ısırık almak için içeri girme fırsatını veriyor. İçeri giren üç hırsızdan biri girdikleri evdeki kadını öldürüyor ve hırsızlardan ikisi bunu olay yerinde öldürülerek ödüyor. Üç hırsızdan birinin kaçması ise La Zona sakinlerinin huzurunu kaçırıyor. Bundan sonra özerkliklerini kaybetmemek için polisi içeri sokmak istemeyen ve aynı zamanda işledikleri cinayetleri örtbas etmek isteyen medeni ve zengin La Zona sakinlerinin henüz 16 yaşındaki küçük hırsızı yakalamak için başlattıkları insan avını izliyoruz. ---spoiler---




Film hakkında daha fazla bilgi verip izleyeceklerin tadını kaçırmak istemiyorum. Ancak filmin bana düşündürttüklerini paylaşabilirim ser verip sır vermeden. La Zona ya da bugün her yerde gördüğümüz yalıtılmış bölgeler kimilerine göre refahı ve güvenliği simgeliyor oysa gerçekte simgelediği şey sefalet ve korkunun ta kendisi. Toplumda sefalet ve korku arttıkça oluşuyor La Zona ya da diğer yüksek güvenlikli zengin insan siteleri. Kısacası kimileri için gelişmenin ölçüsü sayılan bu yerleşim yerleri gerçekte tam tersi yoksullaşmanın boyutunu ölçmek için kullanılabilir.
La Zona'da olanlar filmin başında kurulan güvenlik- şiddet ayrımının bir anda ters yüz olmasını gösteriyordu yani şiddetten kaçtıkları için kendilerini güvenli duvarlara hapsedenler bu kez o duvarlar içinde şiddeti kendileri doğurdular, kaçtıklarını söyledikleri şey olmuşlardı sonunda. "Peki bu bir kader mi?" diye düşündüm sonunda filmin? Filmin anlattığı, duvarların içinde ya da dışında fark etmeksizin şiddetin insanın içinde gizlendiği miydi? O halde kaçınılmaz mı şiddet?
Sonra insanlar neden doğada tek başlarına değil de topluluklar halinde yaşamaya başlamışlardı diye düşündüm. Elbette insan sosyal bir varlık, ama neden? Bunun bir nedeni olmalı, ilk insanların toplu yaşamalarının en önemli nedeni muhtemelen korunma ihtiyacı idi, vahşi hayvanlardan ve diğer tehlikelerden korunma... Şimdi toplu yaşamın kendisinin tehlike kaynağına dönüşmesi ilginç değil mi? Toplum giderek her biri diğerinden ölesiye korkan insanlar bütünü haline geliyor.

---spoiler---Filmde dikkat çeken bir diğer şey ise çok demokratik görünen La Zona'nın nasıl kolayca sakinlerin birbirlerine baskı uyguladıkları bir sisteme dönüşebildiği, insan avına karşı çıkan birkaç aklıselimin korkunun gücüyle beslenen şiddet yanlılarınca nasıl kolayca sindirilebildiğiydi. ---spoiler---

Asıl korkutucu olansa bir yönetme aracı olarak "korku"nun gücünün büyüklüğü ki insanlık bu gücü 11 Eylül'den sonra ABD'nin Irak'ta Afganistan'da hatta kendi ülkesinde yaptıklarıyla çok daha korkunç bir biçimde sınadı.

19 Aralık 2008 Cuma

Efrasiyab'ın Hikayeleri....


Efrasiyab'ın Hikayeleri, Ölüm ile canını almaya gittiği Cezzar Dede'nin kararlaştırdıkları oyunu konu alır. Ölüm, Cezzar Dede'ye bir şans verir. Buna göre Cezzar Dede ve Ölüm, sırayla hikayeler anlatacaklar ve Cezzar Dede, anlattığı her hikaye ile bir saat daha yaşam hakkı kazanacaktır.


Efrasiyab'ın Hikayeleri (İhsan Oktay Anar) Sayfa- 138-140:


Ölüm, Dünya Tarihi'ni böylece bitirdiğinde, hikayesinden etkilenmişe benziyordu. Öyle ki, anlattıkları bitince sanki söylenecek artık hiçbir söz kalmamış gibi suspus olmuştu. Ayrıca büyük bir sırrı açıklamış gibi "Ya! İşte böyle!" dercesine, başını anlamlı bir şekilde sallıyordu. Sessizliği ihtiyar bozdu:
- "Bu gerçekten ibretlerle dolu bir hikaye" dedi. Ne var ki çok uzun. Bu yüzden de çoluk çocuğa anlatılır cinsten değil. Ayrıca takip edilmesi biraz zor gibi. Dinleyenin anlamasından çok, anlatmanın zevki için anlatılmış gibi görünüyor."

Ne var ki Ölüm, ihtiyarın sözlerinden gocunmuşa benziyordu. Bu nedenle olsa gerek, beklediği izlenimi bırakamayıp hayal kırıklığına uğramış gibi, sesi de az buçuk titrediği halde şunları söyledi:-"Elbette anlatmanın zevki için! Ben seni niye düşüneyim? Hem böylesi daha dürüstçe. Alışık olduğun tarzı, üslubu ve kelimeleri kullanıp seni etkilemek için anlatsaydım, bundan en başta ben zevk almazdım. Dolayısıyla bu, fahişelik gibi bir şey olurdu. Başta dediğimiz gibi, anlattığın her hikaye için senin fazladan bir saat yaşaman hariç, oynadığımız bu oyunda ikimizin de en ufak bir menfaati bile yok. Amacımız kazanmak olmayınca, ne senin ne de benim, başarı ve kazanç peşinde koşmamız anlamsız. Yine de, hikayemizin güzel olmasını amaçlıyoruz. Fakat bir muhabbet tellalı gibi, güzelliği senin ayaklarının dibine koyup ücretimi istemiyorum. Bu güzellikten, yani hikayeden aldığım zevk bana yetiyor. Anladığım kadarıyla sen de öyle yapıyorsun."

Bunun üzerine ihtiyar şöyle dedi:

-"Elbette bu en doğru yol. Hal böyleyken benim anlattığım dini hikayede beklediklerini neden bulamadığını anlayamadım. Sen yakasına yapıştığın her insanı korkak mı sanıyorsun? Yoksa ölümsüz olduğun için korkusuzluğun yalnızca sana mı mahsus olduğunu düşünüyorsun? Benim dünyada tattığım en büyük lezzet, hayat değil, insanlık! Her zaman olduğu gibi şimdi de, yaşıyor olmanın değil, insan olmanın zevkini çıkarıyorum. Anlattığım her hikaye için bana bir saat süre verdiğin için sana müteşekkirim. Fakat şunu iyi bil: Ben bu süreyi yaşamak yerine, hikaye anlatmak için kullanıyorum."İhtiyarın sözlerini sonuna kadar dinledikten sonra, Ölüm, şunları söyledi:

-"Hayatını değil, insanlığını isteseydim elbette korkardın. Ancak bu güzel hediye sana sonsuza kadar verildi. Onu senden geri almam mümkün görünmüyor. Bu bakımdan sen de benim gibi ölümsüzsün. Fakat birçok kişi için insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil, hayatı sürdürmek ve korumak daha önemli görünüyor. Ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışmakla, doğrusu çok büyük bir mutluluğu kaçırıyorlar. Acı ve ölüm korkuları onları yönetiyor. İşin kötüsü, bu korkuya Tanrı diyorlar. Oysa dünyayı korkuyla değil, bir insanın gözleriyle görselerdi, Tanrı'yı görmüş olurlardı......."

17 Aralık 2008 Çarşamba

Bloody Olive

Hep çürüklerden bahsedecek değilim tabii ki güzel şeyler de var :) Örneğin ben aşağıdaki kısa filmi çok eğlenceli ve başarılı buldum...1996 Belçika yapımı ödüllü bir kısa film...